Evdekiler -7 Aferin Ayfer!

Unun üstüne suyu göz kararı ekledi gururla. Günlük rutini olmuştu artık sabah uyanınca hamur tutmak. Evdeki ilk hafta ekmek yapmayı deneyip evdekilerde lezzetinden memnun kalınca, işi iyice geliştirmeye başladı. Eline de yakışıyor maşallah.

Eskiden sabahın nurunda evden çıkıp çocuklardan ve eşinden kaç saat sonra geri gelen o Ayfer Hanım sanırsın iş diye, pastanede veyahut fırında çırakmış da, evdeyken ustası yanında olmayınca tüm maharetlerini sergileme şansı yakalamış. Evin fırını her gün bir çeşit unlu mamul görüyor. Ekmek hariç tabi, o artık pişme listesinde demirbaş. Diyeceksiniz ki “e sen usta deyince biz de sandık üç dört çeşit çıkarıyor, nolcakmış canım bir çeşitten, pek de marifetli sayılmazmış senin Ayfer Hanım.”  Aslaa prensipli kadındır. Olan var olmayan var der, elinden geldiğince israftan kaçınır, zaten malzeme almanın bile sıkıntı olduğu şu günlerde olacak iş mi?  O bir çeşit o gün biter, sonra yarın diğer çeşide geçer. Hele ki birçok şirketin işçi çıkardığı, insanların evlerine girip yiyecek ekmeği bulmakta zorlandığı şu günlerde bunu yaparken aklında onca işsiz varken. Yemeklerde illa tembih eder çocuklara da “aman kızım aman yavrum o kırıntıların da hatırını kırmayın, üzerinde kaç çalışanın emeği, kaç yetimin hakkı var.” diye.  O nedenle tek bir kırıntı bile kalmaz sofrada.

Çalıştığı vakitler iki çeşit yemek yapmasını,-onu tanımama rağmen ben bile- eve geç geldiğinden sanırdım, şimdi 4 haftadır evde ama yine çeşit sayısı aynı. Sizin de anlayacağınız gibi mevzu vakit değil onun için, diğerleri. Olmayıp da yiyemeyenler, alamayanlar, açlıktan hayatını kaybedenler. Her fırsatta elinin ulaşabildiği gücünün yetebildiği kadarına yardıma koşsa da bununla bitmez vazife deyip yediklerinde, harcadıklarında da tedbirlidir. Rahmetli babaannesinin;

-Biz de var diye, olanın hepsini biz tüketecek değiliz, bunların da hesabı olacak elbet mahşer gününde, sözü kulağından; bostana giderken beline doladığı dış eteğine doldurduğu ekmek dilimlerini sokaktaki aç hayvanlara verişi ise, gözünden gitmezdi. İnsan küçük yaşlarda öğreniyordu, merhameti de, şefkati de, el uzatmayı da; bu yapılanların adının ne olduğunu ise büyüyünce.

Ayfer Hanım’ın hamuru mayalanmaya bıraktığını görünce hemen toplanıp kendime çeki düzen verdim. Çünkü her günkü gibi erkenden kalkmış, mutfak işlerini halletmiş şimdi de çocuklar uyanıncaya kadar gelip bende kitabını okuyacaktı. Yüzündeki tebessüme bakılırsa günün en keyifli saatleri buydu onun için. Eğer şu an dünyayı etkisi altına alan şu fena şey olmasa Ayfer Hanım için bu bir ay muhteşem bir ödül olabilirdi aslında. Tüm aile çok şükür birlikte uzun uzadıya vakit geçirebiliyor, yemek saatleri vakitli, kahve molası sakin, trafikten uzak, gereksiz insan kalabalığına mesafeli kitaplarına yakın, kendiyle baş başa bir ilkbahar, daha ne olsun. Kaç yıldır izin kullanmadığını bildiğim bu kadın için bunlar çok istediği halde kendine bir türlü layık görmediği bir nimet. Ama işte dünyayı kasıp kavuran bu kendi küçük etkisi büyük Korona keyif kaçıran cinsten olunca, endişe ve toplumsal kaygı arasına sığdırabildiği kadar tefekkür ve huzur sığdırmaya gayret ediyordu, ne kadar olursa artık.

Usulca geldi ve oturdu. Sol kolçağıma koyduğu kitabını kaldığı yerden okumaya başladı. Kapak fotoğrafından gördüğüm kadarıyla bir sürü insan silueti resmedilmiş bir kitap bu. Arkasında da …insan doğmak sıradan ve doğalken ya yaşarken insan kalmak… yazan bir kitap.  Ayfer Hanım insan kalmanın sırlarını mı merak ediyordu ya da insan kalıp kalamadığını mı öğrenmeye çalışıyordu ki?…

Bazen üzülüyorum onun bu haline. İşe gitmediği zaman bari kafasını yormasa, alsa eline kumandayı o kanal senin bu kanal benim zaplasa veya ne bileyim işte telefonundan oyun falan oynasa, komik videoları beğense olmaz mı?” Yaslan sırtını bana, hayatını yaşa. Hazır evdesin işte biraz rahat bırak kendini be kadın” diyesim var. Çünkü onu çok seviyorum. Hayatı sorumluluk olarak yaşayan, şifre kelimesi görev olan, bu kelimeyi duyunca tüm diğer yaşamsal önceliklerini ikinci plana atan bu kadın kendine haksızlık ediyor kanaatimce, sadece kendine mi ev halkına da. İş ile ilgili bir konu ise nerede, kimle olursa olsun o konu birden en mühim şey olup çıkıyor. Kaç kez gördüm şu karşımdaki masada onu evraklarla sabahlarken. Kızı ateşlendiğinde ilaçlarını verip yanına da telefonu bırakıp, yamacımdaki kanepeye yatırıp “acil olursa ararsın gelmeye çalışırım” dediğine de şahidim! Başkası olsa onu gaddar ve ilgisiz anne olmakla suçlar, ama ben biliyorum onun neden böyle yaptığını. Biliyorum da doğru da bulmuyorum elbet. Hamuru sorumluluk ile karılmış bizim Ayfer Hanım’ın lakin dozu fazla kaçmış. Aslında o da sıkıntı duyuyor bu huyundan ancak değiştirmek istese de yine aynı davranırken buluyor kendini. Zaten insan en çok kendini inşaa etmede zorlanırmış ya, onunki de o hesap.

-İşyerindekilerin bazılarının beni işgüzar bulduğunu düşündüklerini düşünüyorum. Oysa bilmiyorlar, üstelik bilmedikleri gibi anlamıyorlar işe bakış açımı. Kendi algılarıyla yorumlayıp başkalarına da aynı payeyi koyanlar keşke bu basit işlerle uğraşacağına işinde daha faydalı olmaya harcasalar enerjilerini. Yaptığım işten faydalananların benim yaptığım bir eksiklikten dolayı iyi sonuç alamaması beni bu konuda daha dikkatli ve dakik olmaya itiyor. Çok yoruldum. İşten değil, işi bu kadar düşünmemeye çalışmaktan yoruldum. Ben bunu içimden gelen şevk ve azimle yaparken bazılarının bunu başarma hırsı veya önde olma kaygısı gibi çiğce düşüncelere vermelerinden de yoruldum. Çok çalışınca maaşım mı değişiyor, ya da rütbem mi artıyor. Ya da onların maaşımı azalıyor, diye hayıflanırken duydum geçenlerde dostuna telefonda.

“Anlamak zahmetli iştir; emek ister gayret ister samimiyet ister. Yanlış anlamak ise kolaydır, biraz kötü niyet biraz da yetersizlik kâfidir…” diye bir cümle okumuştu bir gün yine elindeki bir kitapta… Çok sevmiş olacak ki bu cümleyi mutfaktaki tahta panoya da yazmıştı. O da biliyordu insanların herkesi kendi gibi zannettiğini ya da bir kulp takmak için ne denli acımasız olabildiğini de niye bu kadar onların sözleri için kendini paralıyordu. Hayatta istediği en önemli şeylerden bir liste yapsa “doğruyu yapmak ve doğru anlaşılmak muhtemelen liste başı olmaya adaydı. Ama nafile. İnsan tam olarak neyi anlayabilmiş ki bir başkasını anlayabilsin. Anlaşılmak büyük bir lükstür. Ve niyeti seni anlamak olmayan insanların seni anlamasını beklemek de safdilliktir apaçık. Saf mıydı bu bizim Ayfer Hanım? Gerçi iyi niyetli insanların saf sayıldığı bu devirde olsa olsa saftı tabi.

Ona sorsan “aman başkasına zararım dokunacağına, ben onları üzüp can yakacağıma hakka gireceğime varsın onlar yapsın, desinler ” der beni yine çıldırtır. Öyle der sonra da o üzülür, takar kafaya. Bal gibi kıyar kendine ve emeklerine böyle yaparak. İnsan bu kadar zulmeder mi kendine; o ediyor işte.

Gerçi bakıyorum da, bence bu evde zorunlu kalma olayı onu baya değiştirdi. Hiç elinden düşürmediği iş yeri telefonunu akşamları sessize almaya bile başladı. İşyerinden gelen mesajlara sabahtan ve öğleden sonra belirli saatlerde bakıyor. Kendi sorumlu olduğu ekibe de mesajla bildirmiş bunu. Neden akıllandı derseniz; o hani, onun her aradıklarında telefonu açmak için koştuğu, yetişemese çarçabuk geri dönüp mevzularını halletmeye çalıştığı iş arkadaşları var ya bu süreçte birkaç kez aradığında açmamışlar bir de “sen de aramışsın ne oldu arkadaşım/ablacığım/canım” (ki genelde işleri mühimse lafa böyle bir samimiyetle! başlarlar) diye geri dönmeye bile tenezzül etmemişler.  Sırf sorumluluk duyduğundan, evdeki üç haftadır göreviymiş gibi, hepsini sağlıklarından memleketteki ailelerinin hallerine kadar soran Ayfer Hanım da rahatlamış bu durumda. Onun ki gönüllü dertlilik. Böylece kurtuldu bazı yüklerinden. İnsanlar kendiyle çok ilgilenince kendini dev aynasında görüyor belli. Bu kadının hiç mi işi yok, derdi yok, hatır gönül biliyor, küsmüyor diye görmezden gelirseniz küstürmezsiniz de kaybedersiniz. Kimse kimsenin ilgisizliğinden ölmez, görememekten de, ama sonrasında yerini de ona göre yadırgamayacaksın. Bir de bazıları tam ilgi budalası, her başı ağrıdığında ecel kapısını çaldı sanır yaygara çıkarır, “sen de nasılsın ya demez”.

 Ohh başı rahatladı kadının. “Zaten evden çıkma yasağı da var. Gelen giden de yok. Ayfercim şunu nasıl yapsak, Ayfer bunu hangi gün halletsek diyenler de geçici olarak servis dışı, dinleniyorum Valla” diyor. Eşine söylerken duydum. Aferin Ayfer Hanım, olacaksın da başını ağrıyınca, canını sıkılıp, kalbin kırılınca öğreniyorsun işte anca!  Olsun insan ders almadan öğrenemiyor, öğrenemeden de sınırlarını çizemiyor. Daha çok şey öğreneceksin inşallah.

Çiz sen çiz, hala satırları çiz. O çizikleri hayatına yük olanlara da o rahatlıkla atsan ve çıkarsan onları dünyandan, bak ne kadar da güzelleşip kolaylaşacak hayatın. (peri)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir