
Siz hiç güzel olmadığınız için birinden özür dileyecek kadar kötü hissettiniz mi kendinizi? O zaman nerden bileceksiniz ki güzelliğin gölgesinin onun ruhundaki ışığı nasıl söndürdüğünü.
Güzelliğin gölgesi her yüze ayrı vurur. Mesela o güzelliğe âşıksanız, gölgesi dudaklarınızda tebessüm, yanaklarınızda güllere dönüşerek düşer. Eğer o güzelliğe âşık olana âşıksanız, eksikliğin ve kaybın acısı olarak vurur gölgesi yüzünüze. Peki güzel olan sizseniz sevenin gözünde? O zaman ilginin gururu siner gölgenize.
Bunlardan ikinci gruptaydı bu hikâyenin başrolündeki; eksik olan. Birincisi olamayan, birincinin gölgesinde kalan. Dolayısıyla evliliğinde de “Gölge”nin gölgesi olduğuna inanan.
Güzelliğin gölgesinin bir insanın gülüşlerini nasıl öldürdüğünü ben o gün onda gördüm, gölge olduğunu öğrenmeden önce, aynada kendine güvenle bakan, çizgi, çil, ben, burnundaki o büyük kavisi ile, kendini çok iyi hisseden o değilmiş gibi birden bire, evdeki tüm aynaları örtüyle nasıl kapattığını da. Dünyalar çirkini olduğuna, bu nedenle gölgede kalmayı hak ettiğine inanarak, kendini sanki gayya kuyularına atılacak bir günahkâr olarak görüyordu. Ne günah ama fiziksel güzellikten, başkasının onda görmeyi beklediği! nasibi alamamış olmak! Ki bütün ölçüme tabi tutulan soyut ve somut kavramlar kadar hatta, onlardan bile çok göreceli olan güzellik ölçümü skalasına göre.
Onu bu halde görünce içim acıdı. “,Güzellikle, daha güzel görünmekle, güzellik ürünleriyle ilişkisi el kremi, nemlendirici ve diş macunu/ diş fırçası ürünlerinden -ha bir de telefonumuza gelen güzellik ürünleri kampanyası mesajlarından- öteye gitmeyen sende en son görüştüğümüzden beri ne değişti de şimdi güzelliğini derecelendirme gereği duymuş ve kendine en çirkinlik kupası taktim etmişsin?” dedim. Arada gülümser gibi olsa da birden hıçkırarak ağlamaya başladı.
Eşinin başka birinden hoşlandığını ve flört boyutunda bir arkadaşlığa gittiğini ve bu olaydaki diğer kişiyi tanıdığını, onu kendisinden güzel bulduğunu bana anlatırken çok zorlandığı sesinden belliydi. Bu söylediklerin senin cümlelerin mi yoksa eşin, sana onu senden daha güzel bulduğu için böyle bir durum yaşandığını belirtti mi demek zorundaydım. “Bunlar benim cümlelerim çünkü onu gördüm ve gerçekten de benden çok güzel. Eğer ben de onun gibi güzel olsaydım…” devam edemedi. Ben de ettirmek niyetinde değildim. Zaten istediğimi öğrenmiştim. Bak dünyada başka bir kadından/erkekten hoşlanan hatta daha ileri gidip aldatan ve ayrılan milyonlarca insan var. Bunların hepsi daha iyi, daha güzel, daha… lar için mi bu durumlara düştü ve şu an hala biz burada seninle konuşurken birileri daha aynı duruma düşmekte, bir düşün Allah aşkına. Yoksa başka bir şeyler ters gittiği, ilişkide kopuşlar yaşandığı veya aralarındaki bağ ve ilişkileri mükemmel olsa bile taraflardan birinin zaafları ön plana çıktığı için mi? Belki de bunların tümü yahut birçoğu, her olayın kendine has sebepleri ve iticileri vardır. Sen asıl sebebi kaçırıp kendine gereksiz eziyet ederken, aynı zamanda gerçek sebebin de ört bas edilmesine katkı sağlayarak suça ve suçluya yardım/yataklık ediyorsun, onun farkında mısın? Gözlerini sildi. Elleriyle örttüğü yüzünü araladı.
-Yani belki de, dedi. Ama bu böyle bile olsa kendimi artık çirkin buluyorum ve bir türlü eskisi gibi sorgulamadan, sırf kendime bakar gibi doğal göremiyorum kendimi aynalarda. Her noktamı onunla kıyaslarken buluyorum kendimi. Artık evliliğime olan inancım ve güvenim sarsıldı. Ben ise o gö…nin diyordu ki “aa ben ne diyorum o ne diyor” deyip bastım fırçayı…
Evet, bu bir gölgede kalma travmasıydı, teşhisimi koymuştum da yarım doktor candan eder düsturuna örnek olabilecek eksikliğimle doğru tedavi ne onu bilemiyor ve kelime kotası dolmuş mesaj iletisi gibi kala kalmış, bir kelime dahi edemiyordum. O sırada geyik sever yönüm yine yetişti imdadıma “dur bakalım yoksa sen şimdi bu bahaneyle estetik operasyonlara başlamak için ayağını mı yapıyorsun bana? Etrafta gördün, duydun tabi; yok kırışık açtırmaydı, yok sarkmış gıdımdı, düşmüş göz kapağımdı minik dokunuşlar yaptıranları! Nasılda çaktım köfteyi. Seni seni, kaç yıllık dostunu uyutmak için bahane uydurursun ha? deyip sımsıkı sarıldım ona.
-Hem sen güzelliğiyle dillere destan biri olsan ne işim olur benim senle, dostluktaki denkliğimiz bozulmaz mı o zaman? Kalk elini yüzünü yıka. Giyin. Az çıkıp dolaşalım, bu ne be, sivilcesine takmış ergenler gibi, içim şişti yahu. Bunları söylerken ara ara rolüm gereği, bastım yapmacık olduğunu belli etmemek için yapmacıklıkla bastığım kahkahaları da. Sonuçta arkadaşımın kafası çok karışıktı ve ben de kurduğum cümleler, yaptığım rol ve araya kattığım efektlerle beynine farklı tarzda ve türde uyaranlarla mesajlar atıp, yoğunlaştığı konudan dikkatini dağıtmaya çalışıyordum. Zaten dostluk bu günlerde daha çok belli olurdu. İnsan çıkmazda hissettiğinde onun dikkatini başka yönlere çekip, ona “bak burada ne varmış hadi bakalım” diyerek, şaşırtıp acısını unutturduğumuz bir çocuk gibi, ilgisinin yönünü değiştirtmek. Böylece asıl konuya değişik bakış açıları için fırsat vermek bir çıkış üretimine ortam hazırlamak. Çünkü asıl meseleyi yani bu olayın iç yüzünü konuşmalı ve dostumun acısının kaynağına inip birliktelik veya değil ama çözüm bulmalıydık bir an önce. Herkes –çoğu zaman biraz da dış destekle- kendi ışığını yeniden bulabilir yeter ki -yine çoğu zaman çevredekiler tarafından- itildiği, istemediği o gölgeden çıkmaya niyet etsin. (peri)