Evdekiler -9 Elbet Bir Gün Buluşacağız

Elllbet bir gün buluuuşaaacağız bu bööööyle yarıııım kalmaaaayacak…

İkiiimiziiin deee saaaaçlarııı ak ööööylee duruuup bakııışaaacağııız.

İşte o şarkı çalıyordu yine radyoda. Ama Vahdet Amca şarkıyı dinleyemedikten sonra ne anlamı vardı ki. Şarkıyı duyunca gözleri sevinçle parlamayacaksa, “ahh be Nuran Hanım ne olurdu biraz daha kalsaydı birlikte emekliliğin sefasını sürseydik, sen bize iki fincan kahve yapsaydın da tıpkı gençliğimizdeki gibi ondan bundan konuşup iki lafın belini kırsaydık, çocuk çoluğa kızıp birlikte çekiştirseydik, çok erken bıraktın beni çook” deyip sonra, “Deniz kızım bari sen yap şu dedene bir kahve de, sana etsin şikâyetlerini o haytaların, bu huysuz ihtiyar” diye devam edip giden sohbetini duyamayacaksa. “ Bak bu, biz Almanya’ya ilk gittiğimiz sene çekildi, şu fotoğrafta da Leyla ilkokuldayken, ha o mu, o da Hülya ah papatyam, evlendiğinde çekildi nikâhtan sonra” diye diye tüm maziyi tek kareye sıkıştırılmış o fotoğraflardan sanki canlıymışçasına yaşayıp anlatamayacak olduktan sonra…

Ah be Vahdet amca biraz daha sıksaydın dişini sen eski topraksın bir rüzgârda devrilecek değildin de sen istedin be, zaten yola girmeye meyilliydin ama zamanı mıydı? Bak çoluk çocuk yok, bu kızcağız ne anlar bu işlerden. Nafile konuşuyorum elbet. Ama ben de çok üzülüyorum bu işe. Bu, Deniz kızım için çok zor bir tecrübe oldu. Deniz, Vahdet Bey’in torununun okul arkadaşı, Nalan’ın, hem de bizim Vahdet beyin kiracısı ve kapı komşusu.  Gazetece mi olacakmış ne. Gerçi okulu bitirmeye hiç niyeti de yok bence, ee hem çalışıp hem bu kadar gezip tozup nasıl biter o okul? Şimdi gençler tutturmuş bir, hayatı deneyimleyerek yaşamak istiyorlarmış. aileler desen onlardan tuhaf, ben onun kendi ayakları üstünde durmasını istiyorumlar, bir başıboş bırakmalar, bir vurdumduymaz haller.

Deniz 4 yıldır bu evde oturup durur ne anasını gördüm ne babasını. Bizim Vahdet amcanın torunu sanırsınız onu da. Bakmayın kiracısı olduğuna, kaç liraya oturuyor onu dahi bilmez Vahdet Bey, Nalanla ayrı gayrıları yok. Bir bak o dairede bir bak bu dairede. Zaten para mı lazım Vahdet Amca’ya? Bir soluk bir ses olsun yeterdi rahmetliye. Aman benim de ağzım bir günde alışıverdi ölümüne. Daha iki gün evvel balkondan dönme bu odada beraber Türk Sanat Müziği İstek Saati eserlerini birlikte mırıldanmamış gibi. Çok çabuk alışılıyor be her şeye.

Ahh bir tıkırtı var Deniz kızımdır kim olacak başka.

-Alo Nalan, bekle şimdi giriyorum dedenin dairesine. Arayacağım ben seni, kapatıyorum.

Deniz içeri girip doğruca yanıma geldi. Yanımda duran bilgisayarı açtı. Ve Nalan’la görüntülü görüşmeye başladı. Oyy Nalan’ım dedesinin çiçeği, bak nasıl da süzülmüş iki gündür. Yanında da Birol, babası. Hayırsız evlat. Ararsın artık sağlığında gelip sormadığın babanı. Allah’tan o kız sana çekmemiş de üniversiteyi Türkiye’de okuyacağım bahanesiyle son yıllarına ortak oldu Vahdet Beyciğimin.

-Deniz yapılacak bir şey kaldı mı orada. Zaten şu an normal olmayan bu salgın ortamında, nasıl hallettin tek başına tüm hastane ve defin işlemlerini. O kadar minnettarım ki sana canım arkadaşım. Bu cümleleri söylerken gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu Nalan’ın. Çok severdi rahmetliyi. Rahmetli de onu. Nasip değişmiş yüzünü son kez görmek.

– O benim dedem sayılır Nalan biliyorsun. Zaten sersemlemiş bir halde olduğum için işlemlerin ne şekilde ilerlediğini bile hatırlamıyorum inan. Tek bildiğim sevdiğin birini toprak altına bırakıp gelmek insanı bir gecede çok değiştiriyormuş. Dedenle iki gün önce burada kahve içip yine ordan burdan konuştuk, sonra ben daireme geçip biraz kitap okudum, biraz nette gezindim. Akşam yemeğini birlikte yeriz diye yemekleri alıp size geldim. Baktım hala aynı yerde, koltuğunda oturuyor bıraktığım gibi. Hiç sesi de çıkmayınca geldiğimi duymadı herhalde radyonun sesinden, diye düşünüp yanına gittim. Ve o zaman anladım. Hemen ambulans çağırdım ama zaten iş işten geçmişti çoktan. Sonrasını biliyorsunuz siz de.

Deniz bunları anlatırken ben o anları tekrar yaşadım sanki. Evet, her gün olduğu gibi Deniz saat 11 civarı geldi ve birlikte içmek için kahve yapıp, yanımıza oturdu. O saatler de tam Türk Sanat Müziği Saati. Rahmetli pek sever ve her gün o saatte düğmemi o frekansa getirir, illa kahve eşliğinde mazide gezinmek isterdi. Deniz de her yıl bahar aylarında yıllık iznini kullanır, gezmeye gider. Bu virüs işi çıkınca gezmeye gidemedi tabi, ama izne de ayrıldığı için evdeydi 2 haftadır. O sebeple her öğlen gelir, Vahdet Amcanın kahve ve müzik eşliğinde mazi yolcuğuna eşlik ederdi. Nalan mı, o da annesinin ameliyat olacağını öğrenince Şubat’ta Avustralya’ya gitmişti ve sonra da işler uzayıp üstüne de uçak seferleri iptal edilince artık ne zaman geleceği belli değil. Velhasıl o gün kahveler içildi Zeki Müren’in “Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin, Bana Ait Çizgiler Dikkat Et Silinmesin” diye devam eden o ünlü nostaljik şarkısının Nuran Hanımla Vahdet Amca için önemi bir kez daha itinayla, hiç dinlenmemiş de ilk kez dinleniliyormuş gibi merak ve dikkatle dinlenildi. Çünkü Vahdet Bey alınıyordu “ben bunu biliyorum” deyince ya da aynı ilgiyle dinlenmediğini fark edince, bu yüzden Deniz de rol gereği hep ilk kez! dinliyordu bu hikâyeyi. Vahdet Bey’in Türkiye’ye yılık izne gelip amcasının dükkânında, üzerindeki o mor basmadan entari ile Nuran Hanım’ı gördüğünü ve “amca bu kızı Almanya’ya dönmeden isteyelim bana” diye tutturduğunu, aynı heyecan, aynı ses tonuyla anlattığı o hikâye. “Bu şarkı çalıyordu amcamın dükkânında onu ilk gördüğümde”, diye hikâyeyi sonlandırma faslına da gelince Deniz müsaade istemiş ve “dede ben eve geçeyim, akşam yemeğinde gelirim. Akşama istediğin bir şey var mı” diye sormuştu Vahdet Bey’e.

-Akşama bana mantı aç desem açabileceksin sanki kerata, diye takılınca, Deniz de “Açarım da sen onu mantı diye kabul edip yiyebilir misin bilmem” demiş birlikte gülmüşlerdi.

-Nalan dönsün. Bir gün ben size mantı açayım da öğrenin, yoksa hiç böyle şeyleri öğreneceğiniz yok. Ah Nuran Hanım olsaydı ne hünerler öğretirdi size. İsterseniz öğrenmeyin oklavayı eğitim için de kullanırdı rahmetli, deyip göbeğiyle kıs kıs güldü Vahdet Bey.

-Tamam Nalan gelsin bize öğretirsin sen de. Ama söz ver bana, o dolapta askıda duran iki entariyi de giyeriz bak ha . Madem mantı yapılacak elbiseler de bizim o zaman, diye ekledi Deniz.

Vahdet Bey eşinden kalan o elbiseleri kıyıp da kızlarına bile vermemiş askıda bekletiyordu. Nalan da bunu bildiği için dedesine hiç teklif dahi etmemişti ama çok beğeniyordu o elbiseleri. İşte içtenliği ile patavatsızlığı bir arada tutan Deniz pat diye söylemişti. Vahdet Bey’in cevabı ise beklenmedik olduk,

-Oluur, ben gidince kim değerini bilecek o kıyafetlerin. Alın sizin olsun, biri senin biri de Nalan’ın, deyiverdi. Şaşırdığını belli etmek istemeyen Deniz “ o zaman bir yüzsüzlük daha yapıp senin o eskiden kalma İspanyol paça pantolonlarından birini de isterim, belki bir gün olur da evlenirsem eşimle uyumlu olsun” dedi.

-Deli kız, al. Ondan da al ama kim alsın seni, diye bastı kahkahayı bizim Vahdet Bey arkasından.

Yüzündeki son ifadesiydi bu gülüş. Birden yüzü değişti, elini göğsüne tam kalbinin üzerine götürdü ve sonra eli usulca yana düştü, sonra da boynu göğsüne. Deniz ise o sırada çoktan kapıdan çıkmıştı.

Her gün sesi çıkan, yılların emektar radyosu ben, yoldaşlığını yaptığım tonton sahibim gözümün ününde ölürken gıkımı bile çıkaramamıştım…  

Deniz Nalan’la yaptığı görüşmeyi bitirmek üzereydi. Az bekle deyip içeri gitti. Geri geldiğinde üzerinde o mor elbise vardı. Nalan, gözlerinde yaşlarla gülüyordu arkadaşına,

-Sana mı verdi yoksa dedem o elbiseyi, dedi.

-Tam olarak verdi sayılmaz, mantı yapmayı öğrenirsek bunları isteriz diye ben demiştim ona. Ama tabi sizin içinde sakıncası yoksa, diye ekledi.

-Son günlerinde yoldaş oldun dedeme, ne sakıncası olacak. Çok da yakışmış zaten görse eminim çok sevinirdi dedem de, dedi Nalan. Gelince görüşürüz dostum dikkat et kendine. Ailem adına çok teşekkür ederim sana, dedi ve kapattı.

Deniz bilgisayarı topladı. Düğmemi çevirdi çünkü saat Vahdet beyle kahve ve müzik saatini gösteriyordu. Önce yıllara meydan okuyan o berrak sesiyle Müzeyyen Senar’la Tarkan,

“ Benzemez kimse sana,

Tavrına hayran olayım” diye devam eden eseri seslendirdiler. Sonra da, başta da söylediğim gibi

“Ellbet bir gün buluuuşaaacağız bu bööööyle yarıııım kalmaaaayacak…

İkiiimiziiin deee saaaaçlarııı ak ööööylee duruuup bakııışaaacağııız.  şarkısı başlamıştı. Bir zamanlar balkon olan ama sonra her Türk kadını gibi Nuran Hanım’ında mutfağı genişletmek adına mutfağa katıp camla kapattırıp benim üzerinde durduğum yemek masasını koyduğu bu 14 + 8 metre karelik odada ne şarkılar dinlemiştik ikisiyle de. Deniz bile kafasında mavi kısa saçları, dudağında siyah rujuyla bugün Vahdet amcanın yokluğuna duyduğu özlemi benimle paylaşıyordu işte burada. Kollarını dirseklerinden yemek masasına dayamış, yüzünü elleriyle kapatıp hüngür hüngür ağlayarak eşlik ediyordu o muhteşem şarkıya. (peri)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir