
Pencereyi açtı. Hava mevsime göre çok serindi. Sabah ezanı okunup bitene kadar pencereyi açık bırakacak ve kapatmayacaktı her sabah yaptığı gibi. Ezan bittiğinde sesli olarak ezan duasını da okuyup âmin demesine rağmen, Yakup dedenin avuçları hala açık, dudakları kıpır kıpırdı. Belli ki o, seher vaktinin bereketine inanarak insanlık için, evlatları için kalbinden geçenleri arzuhale devam ediyordu.
Namazdan sonra, kahvaltı olarak hazırladıkları çorbayı içmişler, televizyondan haberlere ve hava durumuna bakıp havadisleri de almışlardı. Öğrendiklerine göre vaka sayısı artmış, ülke dışına giriş ve çıkışlar kısıtlanmıştı. Haberlere kâfi miktarda göz gezdirip morali bozulan Fatma nine oturup tesbih çekerek meşgul olmaya koyuldu. Yakup Dede’de her sabah saat 10’a doğru içtikleri çayı demlemiş, demini iyice alsın diye çaydanlığı sobanın üstüne; bardakları ve çayın yanında her daim hazır tuttukları gofretleri de hemen sobanın yanı başındaki sehpaya, bırakmıştı. Yaptığı günlük işler de sıra, duvarda asılı olan Diyanet Takvimi’nden bugünün yaprağını koparmaya gelmişti.
“Allah’a günahsız dillerle dua edin” Hadis-i Şerif’i yazıyordu takvimin arka sayfasında. Her zaman yaptığı gibi yine, takvim yaprağını sesli okuduğu için Fatma Nine de sordu, “hacı, Allah affetsin de günahsız değilsek etmeyelim mi? O zaman hangimiz O’nun kapısına çıkacak yüzü buluruz” deyince Yakup dede tebessüm etti “ Hacım Allah affetsin, elbette, ama buradaki maksat şudur” deyip açıkladı Fatma Nineye,
-Burada, bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşine ettiği duadır kastedilen. Çünkü ben senin, sen benim dilimle günaha girmedin, onlar diğerlerinin diliyle ve uzuvlarıyla günah işlemediler. Herkes sadece kendi günahının affı için değil, bir diğerinin affı için dua ederse Rabbim affedecektir inşallah diye müjde veriliyor. “Bir Müslüman, bir din kardeşinin gıyabında, onun bilgisi dışında, onun olmadığı bir yer ve zamanda, onun affı niyetiyle duada bulunursa o dua kabul olunur. Dua edenin başında vazifeli bir melek bulunur “Amin” der ve “senin için de bir misli olsun” diye o melek de dua eden için Rabbimize duada bulunur”, buyuruyor Efendimiz(sav). Ve yine aynı takvim yaprağının ön tarafında -hani ezan vakitlerini yazan ön yüzünde-, “Rabbinize alçak gönüllüce ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez” (Araf/55) yazıyordu. “Bugün nasibimize, dua etmenin önemini, başkaları için niyazda bulunmanın kurtuluşa erme yolu olabileceğini görmek düşmüş, demek ki bey” demişti bunun üzerine Fatma Nine. Yakup Dede de “Rabbim okuduğunu idrak edebilenlerden, idrak edebildiğini tatbik edebilerden, tatbik edebildiğini de sevdiklerine, hem sözüyle hem de hal diliyle nasihate dönüştürebilenlerden eylesin hanım” demiş, iki can yoldaşı aynı anda “amin” demişlerdi. Zaten biri kaşık olsa diğeri çatal olup, biri tencere olsa öteki kapak olup işte böyle tamamlarlardı birbirlerini, çok şükür. Ee tamı tamına 60 yıl aynı yastığa baş koymuşlukları vardı. Yakup dede 17’sinde Fatma Nine de 15’inde idiler yolları birleştiğinde. Hasan’ın Nigar küçükken, -büyük oğlanın kızı- “nene siz dedemle nasıl tanıştınız, bize bir anlatsana” der büyük bir merakla beklerdi -bilmem kaçıncı kez- dinlediği ve bildiği bu cevabı. Fatma Nine de, bir masal anlatır gibi başlardı anlatmaya. “Benim halam dedenin köyünde gelindi. Anam da bu köyden gelin gitmeydi. Bu köyde iki hanede de tanıdıklar olunca rahmetli bubama, “biz Hilmi Ağa’nın oğluna sizin kızı söyledik, gelip isteyecekler” demişler. Bubam da Hilmi Ağa’yı çok severdi-onun da ruhuna rahmet- daha Yakup dedeni bile görmeden “olur” demiş. Büyükler konuşunca, anam çağırdı bana kapıdan, avludayım ben de; komşu kızıyla ip atlıyoz. Odaya gittim bubam dedi ki “bu senin kayınbuban öp elini”. Ondan bir ay sonra çarşıya gittik biz bubamla, deden de gelmiş kendi bubasıyla. Bize birer yüzük aldılar, ben dedeni, o yüzüğü parmaklarımıza takarlarken gördüm.
Mısırlar kazılırken de düğün olsun yazın işten fırsat olmaz dediler, işte bu.
-Nene mısırlar kazılırken, ne zaman demek ki. O Hangi ay”.
-Yavrum burda mısırlar Mayıs sonu, bilemedin Haziran başı kazılır -havanın durumuna bağlı-. O vakitten sonra bağ bahçe işleri çok olur. Herkes işinde gücünde. İşte öyle anadın mı şimdi? Bildin mi nasıl tanıştık? Fatma Nine her anlattığında küçük Nigar aynı merak, aynı heyecanla dinlerdi ninesini, pürdikkat. Şimdi yılda bir görüyorlardı onun yüzünü de, tatilden tatile. O minik pıtırcık Nigar, büyümüş evlenmiş de şimdi kendi küçüklüğü gibi şirin mi şirin olan kızları –konu açılınca hep “aman bak gene adını diyemedim” diye yakındığı, şimdiki adlara dili mi dönüyordu Fatma Nine’nin. “Heh tamam, Afra -afra tafradan aklıma geliyor, öbürsünü de arıza der gibi Azra demişler, neymiş yeniymiş, koysalardı Ayşe, Fatma biz de bilirdik ama öyle münasip görmüşler işte gençler” dediği – Afra’yı ve Azra’yı büyütüyordu. Hem de taa Amerikalar denilen uzak yerde.
Sözü çok uzattım işte neyse, bizimkiler uzun yıllardır birlikte. 4 çocuk 10 torun bağışlamış Rabbim onlara. Gel velakin çoğu gurbette. Büyük oğlanla, büyük kız onlarla aynı şehirde. Onlarda burada ama; okulda, işte güçte. Yazın gelir büyük gelin, birlikte yer içerler, yatması oturması ayrı. Onlar üst dairede. Olsun gene de onlar gelince bizim hacıların morali daha bir iyi olur. Sesleri bile daha gür çıkar. Daha yaz gelmedi ya, şimdi merkezde onlar. Bu salgın haberi ortalığa düşeli, çocukların hepsi her gün, daha çok arar oldu. Aman dikkat edin, aman kimseye gitmeyin. Size gelen olursa da gelmesinler söyleyin. “Evladım olur mu öyle şey, Tanrı misafirine şimdi git, iyi günde gel dendiği nerde görülmüş?” dediyse de Fatma Nine çok tembih ettiler diye artık demiyor telefonda “tamam oğlum, tamam yavrum, kimseye gitmeyiz, olur gelmezler” deyip kafa sallıyor. Kafayı bir de onları düşünerek yormasınlar diye. Uzaklık, zor şey ne de olsa. Tabi bunda, Yakup Dede’nin “Hanım, deme çocuklara öyle. Haklılar. Zaman halkın sıhhati için tedbir zamanı. Tedbir de müminin en mühim silahı, o nedenle kuşanacağız elimizden geldiğince. Müslüman bilimin ışığını takip eder, karanlıksa bir ışık yakmak için gayret gösterir, bilenler diyorsa tatbik etmek düşer bize de” demesinin de payı vardı elbet. Fatma Nine, Yakup Dede’nin bilgisine, görgüsüne ve kararlarına güvenirdi, o da böyle deyince uzatmadı bu mevzuyu.
Tedbir, tevekkül, sabır ve tövbe vakti demişti Yakup Dede. Fatma Nine de;
-Öyle hacı, öyle, bak geldik gidiyoruz. Bir baktım çocuktum, bir baktım böyleyim. Göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş ömür. Yıllar yuvarlana yuvarlana devrilmiş gitmiş önümden. Giden sadece yıllar olsa iyi, gençlik gitmiş, dinçlik gitmiş, dizlerimin gücü, gözlerimin ferini de yanına alıp gitmiş. Giden sadece benden olsa ona da gam yemeyeceğim, sonuçta ölümlü dünya bana mı kalacak da; iyilik güzellikten de çok şeyler de alıp gitmiş. Bizim mühim bildiğimiz, baş üstünde tuttuğumuz, yaşatıp korumaya çalıştığımız şeyleri toza dumana bulamış görünmez, yapmış sanki. Şimdilerde, ne büyüklere saygı kalmış, ne küçüklere hoşgörü. Mazlumların gözü yaşlı, yetim/öksüzlerin koruyanı yok, haram/helal birbirine karışmış, israf Kaf dağına ulaşmış, insanlar süs, gösteriş, peşine düşüp nefsinin dalkavuğu olmuş, kibir fezada, âlimlerin unvanı/zenginlerin parası çok ama bilgileri/ zekâtları az, hayvanlara eziyet, kadınlara ve sabi çocuklara zulüm ayyuka çıkmış. Anlayacağın zamanın kötüsüne denk geldik biz.
-Hacı bu saydıkların sadece bu zamana has değildi. Bizden önceki devirlerde de vardı. Hep olacak. İnsanoğlu gaflete ve hataya düşmeye meyilli. Ondan sebep bazı devirlerde Peygamberler göndermiş Yüce Yaradan. Çünkü kulunun yolda sapacağını, şaşıracağını biliyor. Dünya imtihanı zor, yol engebeli. Eski kavimlerin düştüğü hatalar ve başlarına gelen musibetler Kitap’ta ders alalım, öğütlenelim diye, biz Müslümanlara iletilmiştir. O kıssalar kulağımıza küpe olmalıdır.
-Yani bey, Rabbim yap dediklerini yapmadığımız, yapma dediklerini yaptığımız için o kavimler gibi bizi, azabıyla mı uyarıyor?
– Hacı, Rabbimin bize verdiği nimetlerdeki veya musibetlerdeki hikmeti ve sebebi yalnız o bilir. Ancak biz kullara düşen nimet veya musibet karşısındaki duruşumuz ve sahih niyetimizle Müslümana yakışır kalabilmektir. Kendi halimizi, kendi akıbetimizi bile anlamakta zorlanırken nasıl olur da Rabbim bizi cezalandırdı diyelim. Şer gibi görünen hayrı, hayır gibi görünen şerri içinde barındırır. Allah-u alem.(Allah en iyi bilir)Biz sıradan Yakup Bey, Fatma Hanımız. Kendi amellerimizin bile makbullüğünden şüphemiz var. Biz kul olarak kendi payımıza düşeni yapıp affına sığınacağız. Vatandaş olarak da alınan tedbirleri ve kararları titizlikle tatbik etme gayreti göstereceğiz. Kendinde var olan bir hastalığı, bile isteye ya da dikkat göster denildiği halde dikkatsiz davranarak yaymak / yayılmasına sebep olmak benim kendi fikrimce kulun, diğerlerinin ve devletin hakkına girmesidir.
– Kula anladım da devlete neden, hacı?
– Devlet bir otorite olarak vatandaşlarını koruyup kollamak için çalışan görevlilerden oluşur. Oradaki görevlilerin vatandaşa hizmet etmesi nasıl ki haksa, vatandaşın da düzenin işleyişi ve sistemin akışı için kurallara uyması gerek. Bir kişinin kurallara riayet etmemesi sistemdeki binlerce ve daha fazla kişinin hem emeğini, parasını hem de sistemdeki diğerlerine ayrılan hakları ve adil dağıtılması gereken payı etkiler. Dolayısıyla devlete yani o sistemi kuran emek verenlere hakkın geçer. Dedim ya hacı, bu benim bakışım, benim fetva verecek ilmim de yetkimde yok, ancak kişisel hak anlayışım bunu söyler.
Onlar konuya öyle dalmışlardı ki, balkondan gelen tıkırtıyı çok geç duydular. Ben onlardan önce duydum ve tanıdım sesi. Bizim Yahya, Hasan’ın 3 numara. Kafayı uzatmış balkona, elinde eldiven ağzında maske,
-Aşkitom -öyle der hep ninesine- size bakmaya geldim seslendim ama duyuramadım, nasılsınız?
-Gel oğlum, biz de çay içiyorduk, içerken de havadan sudan, gorona denilen şu yeni musibetten konuşuyorduk dedenle.
-Yok sağ olun ben içmeyeceğim. İçeri de girmeyeceğim. Zaten, size çok yaklaşmayayım. Marketten bir şeyler almış annem, bir de senin ilaçlar bitmiş sağlık ocağından aradılar, onları getirdim. Poşetleri aldım dışardaki kuzineye attım. İçindekileri de kamelyaya bir örtüye boşalttım. Ama akşama kadar orada beklesin, akşam alırsınız size zahmet onları içeri, dedi. Hadi görüşürüz yine gelirim ben, deyip hızlıca gitti.
Benim bile bir zoruma gitti, ne yalan söyleyeyim. O gidince “Fatma hacının sesi bir değişti, ah hacım ne kadar sürecek ki tedbir günleri, çabuk bitse bari” deyip çayından zorla bir yudum aldı. Zaten hep bir bardak içerdi. O da sırf, Yakup Dede keyif çayını ve o sırada oturup birlikte sohbet etmeyi seviyor diye. Onu da içemeyecekti bugün, belli.
-Hacı geçer bu günler de, neler gördük neler geçmedi. Biz bari sabır ve dirayetle duralım gençlere örnek. Koyuverme öyle kendini. Canın istemese bile yemeğini ye, ilaçlarını al, moralini yitirme. İçmeyeceksen sen, hadi abdestini tazele de gel. Bugünkü cüzümüzü okuyalım da, hatmi tamamlayalım. Rabbimin mesajına bir daha kulak verelim. Açalım, bakalım, o hazinedeki gizli hikmetlerinden bir nebze olsun nasiplenelim, diye telkinde bulundu Yakup dede.
Onu tanıdım tanıyalı hayranım bu adama yani hacdan geldiğinden beri, 25 yıl önce, Mekke’den alıp getirmişti beni. Aslına bakarsanız bazı yerlerimin rengi attı, ipliklerim ara ara dökülmeye başladı. Ama Yakup hacı “ömrümü tamamlar bu, Kabe kokusu var onda, değiştirmem. Ne zaman ki ölürüm; o zaman ister hatırası var deyip saklarlar, ister sobada yakarlar” dediği için, buradayım. Onun, bu tatlı/sert otoritesi, acılar karşısındaki metaneti, zorluklara karşı bu dik duruşu, beni hep etkilemiştir.
Fatma Nine odaya tekrar döndüğünde, 30. Cüzü okuyarak, yıllardır bitirip, baştan başlayarak devam ettikleri kaçıncı olduğunu bilmediğim bu hatimlerini de, tamamlamış oldular.
-Beni alıp yere sererken, bugün okuduğumuz surelerdeki secde ayetlerini de yapalım hacı. Hatim duasını ikindi namazından sonra yaparız inşaallah dedi. Baksana saat 11 olmuş. Cuma hazırlıklarına başlayayım anca yeti.. diyecekti ki aklına geldi, sustu ve diz üstü oturdu.
Evet, öğleye 2 saatten az vardı, vakit yaklaşıyordu ve günlerden Cuma idi…
Yakup dede eşi üzülmesin diye belli etmedi ama bana doğru eğildi. Ellerini ve alnını yere koydu, secde halini aldı. Ve usulca Rabbim, Kabe’nin de camilerimizin de kapılarını bize tez zamanda aç. Bizi, bizden öncekileri cezalandırdığın afetlerle cezalandırma, kaldıramayacağımız yükleri yükleme, ahir zaman fitnelerinden uzak eyle, dermansız dertlere, hastalıklara duçar eyleme, evlatlarımızı, tüm inanları, Dünyanın dört bir yanındaki tüm mazlumları ve mahzunları merhametinle kuşat, eğer bu başımıza gelenler günahlarımızın çokluğundansa affına sığınıyoruz sen kapından çevirme. Eğer bu başımıza gelenler, sana olan kulluğumuzu ve sabrımızı sınaman ise de bize bunları aşacak sabır, doğruyu ve şifasını bulacak ilim ve feraset ihsan eyle. Acizliğimizi yüzümüze vurma, bizi rahmetinden mahrum bırakma. Ey âlemlerin Rabbi olan Allah’ım, şu mübarek günün hürmetine, bize rehber olarak gönderdiğin sevgili Habibin hürmetine, şuan yeryüzünde yaşayan ve her an seni zikreden günahsız mahlûkatın zikirleri hürmetine, duamı kabule layık bulduğun dualar arasında say ve bize kaybettiklerimizi yeniden bulmayı nasip eyle. Ey bize sonsuz sevgi bahşeden Vedud, ey bizi koruyup muhafaza eden yegâne Hafız, bizleri koru. Ey beni benden daha iyi bilen Alim, bilirsin korkum ölmek değildir, lakin bu salgın geçene kadar şu fani bedenlerimize sağlık, ömrümüze bereket ver, ver ki konu komşumun helalliğini almış olarak, evlatlarımın omuzlarında kabrime taşınarak bu dünyadan uğurlanayım. Dirimizi de ölümüzü de sevdiklerimize yük eyleme. Bu cümleler ağzından dökülürken, gözlerinden de damlalar dökülüyordu yüzüme yüzüme. Hani bilmesem, tanımasam ölmekten korkuyor, hastalığın ona isabet etmesinden çekiniyor sanırdım. Ama ben biliyordum ki bu güne kadar her işini kendi gören, her acısını içinde yaşayan, şimdi olduğu gibi yıllarca sadece ve sadece o gözyaşlarını Rabbine en yakın olduğu yerde bir tek bana, seccadesine döken bu gururlu adam son yolcuğunda da kimseyi zor durumda bırakmamak için yakarıyordu Rabbine. O haliyle, secdede ne kadar kaldı bilmiyorum. Ama ben de o başını kaldırana kadar rahatsız etmemek için soluğumu tuttum ve sessizce bekledim. (peri)