
Hımmm miss gibi kokular geliyor mutfaktan. Bu kokular beni bile acıktırdı. Siz varın bir de, en sevdiği mantarlı omlet kokusunu alır almaz daha yüzünü bile yıkamadan mutfağa koşan Kerem’i düşünün. Kardeşinin aksine yemekle arası hiç olmayan Ceren dahi, yüzünde kocaman bir tebessümle girdi mutfağa. Tombik Kerem, babasının sırtına atlamış bir yandan da vakit kaybetmeden, tabaktaki patates kızartmalarından tıkıştırıyordu ağzına. Ceren babasına sarılıp “Seni hafta içi burada görmek çook güzel babacığım” dedi. Tezgâhta peynirleri dilimleyen Nermin Hanım’ın arkası dönüktü ama memnuniyeti, yanağındaki gülümsemeden belli oluyordu. Özlediği bir durumdu bu, yıllar sonra. Adam yıllardır cumartesi günleri de dâhil işteydi. Evde, memleketten akrabalar olur işte, çocukların arkadaşları çağırılır, o işte. Arkadaşlar evde bir araya gelir, yine işte. Son anda yetişir hep tüm biraradalıklara. O da ister elbette aralarında olsun ama, iş işte…
Velhasıl bu cumadan beri 4 gündür evde. Bir değişik geliyor bana da güpegündüz, üstünde eşofman ayağında terlikle onu görmek; ama çok şükür ki evde. Çok tehlikeliymiş bu aralar işe gitmesi, doktoru demiş. TEK’te mühendis bizim Cemal Bey, geçen sene kışın Koah hastalığı teşhisi konuldu; ama yine de dikkat etmez sağ olsun kendisine, o nedenle Nermin Hanım hep takipte. Bu salgında risk grubundasın diye göndermişler bizimkini; izinlisin deyip eve. Aslına bakarsanız o yoğun tempodan sonra bu iznin ona da çok iyi geldiği her halinden belli. Çoktandır hafta içi bir arada kahvaltı edebildikleri yoktu fena mı oldu, bu açığı da kapatmış oldular bu vesileyle.
Kahvaltı faslını her zamanki gibi hızlıca bitiren ve oyun oynamak isteyen Kerem, ablasıyla mangala oynadı ve kaybetti. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali bu sefer başka oyunda ablasına meydan okuyup, onunla kapışmayı teklif etti. Ceren ise kardeşiyle oyun oynamak istemiyordu. O nedenle “beni azat edersen, bugün o çok sevdiğin kurabiyeden yapacağım“ diyerek özgürlük için diyet sundu. Çünkü kardeşinin, o kakaolu kurabiyeye bayıldığını ve reddedemeyeceğini adı gibi biliyordu. Bunun üzerine gözüne babasını kestiren Kerem, babasıyla 2 tur satranç, 2 tur dama ve 3 tur da taş/kağıt/makas oynadıktan sonra artık bu günlük oyuna doymuştu. Oğlunun oyun aşkı bitince Cemal Bey’in terlik sesleri yakınlaşmaya başladı. Anlamıştım, buraya doğru geliyordu. Kendime şöyle bir çeki düzen verdim. Ve tam da beklediğim gibi Cemal Bey az sonra önümde durmuş bana bakıyordu. Aşağıdan yukarı, soldan sağa, ne istediğini bilmediğini anladığım bir karasızlıkla üzerimde göz gezdirdi. Bayadır yanıma uğramadığı için belli ki unuttuğu şeyler vardı ve hatırlamaya çalışıyordu. Önceleri birlikte ne çok vakit geçirirdik. Her akşam bu odada saatlerce kalır, çayını burada sakince içerdi. Şu karşıdaki koltuk onun. Evet o. Yanındaki o 3 ayaklı lambaderi de o kullanırdı. Karşıma oturur, uzuuun uzun bakardı bana. Çok merak ederdim ne düşünüyor bana bakarken, ne buluyor bende diye? Belki de ben gereksiz yere üzerime alınıyordum ilgisini. Aslında o bendeki emanetlerine bakıyor, onları ve onların kendinde bıraktığı etkileri düşünüyordu. Olsun, sonuçta beni de seviyordu işte. Ben onun emanetlerine, yıllarını ve bir sürü birikimini verdiği kıymetlilerine o yokken kol kanat geriyor; bağrımda yer açıyordum. Üstelik kendi seçmişti beni, dükkâna ilk girdiğinde tam da gözlerime bakıp işte bu; tam aradığım gibi, diyen de oydu. Eve geldiğimde tek tek kendi elleriyle yerleştirdi emanetleri raflarıma. Numaralar koydu bazı bölümlerime, kapalı olan gözlerimden birisine yazı takımlarını diğerine de eskiden yazdığı şiir ve yazıları olan not defterlerini bıraktı.
Bazen o koltukta, bazen de şu masada elinde bir kitap saatlerce okuyup çizerdi. Ben de onun yüzündeki mimikleri inceler bu kadar rafım, gözüm, çekmecem olacağına bir elim olsa da kitap okuyan, kitaplarla yaşayan, kitaplara âşık, kitapları hisseden, kitaplarda kendini arayan bir insan nasıl olur sorusuna cevaben; onun karşımda duran halinin resmini çiziverseydim diye içlenirdim.
Ama uzun süredir gelmez olmuştu. Ben de evdekiler gibi iş yoğunluğu yüzünden, yüzüne hasret kalmıştım. Burada olduğunu görmek heyecanlandırdı beni, iyi mi? Acaba şimdi kimi seçecek, eski bir dost mu yoksa daha önce hiç tanışmadı yeni bir yazar mı? Nefesimi tutup bekledim, seçimini rahatça yapsın diye. Aslında kimi seçeceğine dair aklımda bir tahmin vardı ama hangi kitabını olduğunu bilmiyordum. “…Tek kitap bile okumamıştım ama o bilgiliydi. O anda kitapların ağırlığıyla yamulmuş raflara kıskançlıkla baktım. Hayal kırıklığı, ümitsizlik ve öfke duyuyordum. Bütün kitaplarını tek tek ve mümkün olduğunca çabuk okuma hevesine kapıldım. Bilmem, belki de onun bildiği her şeyi öğrenirsem, onun arkadaşlığına daha çok layık olurum diye düşündüm…” bu cümleleri tabi ki ben söylemiyorum, ama ben, Cemal Bey’i tanıdığımı söylüyorum. İşte yanıltmadı beni; Dostoyevski… Önce “ah, Raskolnikov “ dedi. Ve sonra eli İnsancıklar’a gitti. Yıpranmış, içinde bir sürü notları olan bu kitabı birçok kez görmüştüm elinde. Bazen Cemal Bey, bir sayfasını masanın üzerinde açık bırakıp odadan çıkar, ben de çizdiği satırlara merakla bakardım. Aklımda kalan, anlayabildiğim bir kaç cümleden ibaret ama, biliyorum bu kitabın onda çok mühim yeri var. Hatta kendi el yazısıyla “Tanrım yaşamak ne kederli şey” (syf 89/ İnsancıklar ) yazıyordu bir kağıtta; altında da “Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir. ( Goethe) İsimler ve yerler değişse de duygular ortak yazmıştı kendi el yazısıyla.
Sizin de anladığınız gibi kitapları detaylı okur Cemal Bey. Okur, çizer, okur, önceki sayfalara bir daha döner, yine okur. Sonra bazen o kitabın sayfalarına, bazen de elindeki kâğıtlara notlar alır. Sanırsın yıllar öncesinden bir dostundan, onun adına yazılıp postalanmış bir mektubu okuyor da içinden şifreler çıkarıyor. Heh işte o şifreleri not ettiği defterlerden birini de eline aldı ve açtı. Dur bakayım ne yazıyor orada. Hay Allah okuyamıyorum ki biraz daha yaklaşsa yanıma, okuyacağım ama. “Ceeeren buraya bir bakar mısın kızım “diye içeriye seslendi. Ceren gelince de;
-Bak bu, sana geçenler de bahsettiğim defterlerimden biri. Ben bunları tutmaya başladığımda liseye gidiyordum. Okuduğum her kitabın, hoşuma giden beni etkileyen cümlelerini sayfalarını da yazarak buraya not alırdım. Bazen de o cümlelerin ben de çağrıştırdığı bana ait hisleri ve cümleleri de ekler tarih atardım. Bu defterler çok kıymetli, benim kişisel gelişimim, bir bakıma. Bu kitaplığın içindeki tüm kitapları yazanlar da, belki de böyle böyle başladılar yazarlık serüvenlerine. Kimisi yazdıklarının başkaları tarafından anlaşılacağını, önemseneceğini veya beğenilip yüzyılları aşacağını bile tahmin edemezdi belki de. Kimisi de yazar olmak gailesiyle değil yalnızca içindekileri, dünyasındakileri boşaltmak, onu rahatsız eden duyguları ve olayları gözler önüne sermek için yazdı. İçinde yazmaya veya yazarlığa dair bir istek yoksa da kendi hayatının, geçmişinin izlerini ileriye taşımak için sen de yazmalısın bence. Bak ileri de bu olayları, bu olaylar olurken ki duygularını istesen de hatırlayamayacaksın. Ama böyle zamanlar yazmak için çok mükemmel zamanlardır. Kendini, sevdiklerini ve olayları görüp analiz edebilmen için çok iyi fırsat. Ceren bunları dinlerken bir yandan da babasının uzattığı defterin sayfalarını çeviriyor ve yazılanlara göz gezdiriyordu. Etkilendiği belliydi. Sonra bir diğer defteri de eline aldı.
– Bu defterde alıntıların altında, sana ait daha uzun ve çok cümleler var baba.
– Evet, çünkü o defter üniversite yıllarımda ve sonrasında okuduğum kitaplara ait.
– “ Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım( syf. 123 ) … “Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük. Gören körler mi? Gördüğü halde görmeyen körler”.(syf 330 -Körlük / J. SARAMAGO)
Vicdan /vicdansızlık, Sistem /Kaos, Medeniyet / İlkellik… Zıtlıklar muhasebesi. Kendi emeklerimizle uzun uğraşlarla kurduğumuz sistemi yıkmak için bir bulaşıcı hastalık, bir bilinmeyen, bir tehlike ortamı bizim kim olduğumuzu ortaya çıkaracak çok iyi bir göstergedir. Şartlar normalken, kurallara uymak kolay. Ya tehlike içende! (2008 Haziran, Cemal D.) Baba bu kitap hala kitaplığımızdaysa ben okuyabilir miyim? dedi Ceren. Cemal Bey sarı renkli dış kapağı olan kitabı buldu ve en az o kitabı okumaya çok istekli görünen Ceren’in duyduğu hevesle, kızına uzattı.